<
Hak-yareni

ELİF ŞAFAK YAZILARI

 

                        DİPSİZ BOŞLUK

Germen mitolojisinden Babil‛in kadim anlatılarına değin nice yaradılış
efsanesine göre,başlangıçta ne yazı,ne de kelam,yalnızca dipsiz
boşluk vardı.Boşluğun her yerde hazır ve nazır olması,içine düşmeyi
imkansız kıldığından ,sanıldığı kadar kötü bir şey değildi bu.Anksiyete çukuru,paranoya kuyusu,ölüm korkusu yoktu dolayısıyla;ya da git-git-bitmezevham dehlizleri...Korkulacak her şey ,bir başka şeye değil,bizzat ve salt korkuya dairdi.Bu şartlar altında ne hastalık hastalıkları ,ne tarifsiz aşk acıları yaşamak mümkün olduğundan,psikofarmakoloji de icat edilmemişti.Ne var kiböylesine meselesiz,bitimsiz,ötekisiz olması o dipsiz boşluğun,içinin tamamen boş olduğu anlamına gelmiyordu.Güneş ve bulutlar vardı mesela;dolunay ile yıldızlar da.Tüm bunlar,birer cisimden ibaretti.Cisimleri vardı ama isimleri yoktu.Henüz adlandırılmadıklareı için,kategorileri veya işlevleri ya da rolleri de yoktu. Nereye ait olduklarını ,nerede dikilmeleri gerektiğini bilemediklerinden,fütursuzca salınırlardı sonsuz boşlukta.Derken bir gün boşluk ,kendini kustu.Altı üstüne gelince ,dibi yüzeye çıkmış oldu.Kaos böyle doğdu.Ancak boşluğun aksine,ağır mı ağırdı kaos.Taşıması zor,yaşaması zordu.Tekinsizdi,belirsizdi,efendisizdi.Herkesin harcı değildi.Kaosu denetleyebilmek için,illaki bir düzen kurmak gerekliydi.Düzenin kurulabilmesi için de,öncelikle isimlerin icat edilmesi.Cisimler işte böyle isimlendirildiler.İsimlendirildikçe,hem işlevlerini,hem de yerlerini bellediler.Güneş,güneşliğini  bildi mesela  ve sonsuz gökyüzünde tastamam nerede durması gerektiğini. O gün bugündür,"isim edinmek"ile"yerini bilmek"arasında sımsıkı,kaskatı bir ilişki sürmektedir.Ve bugün itibarıyla yeryüzünde pek az millet bunun hikmetine Türkler kadar ,Türkler gibi erebilmiştir."Hızlandırılmış Batılılaşma" ile "bir-türlü-Batılılaşamama"arasında sarkaç gibi gidip gelen toplumsal sergüzeştimizi,isimler ve isimlendirmeler tarihi olarak da okuyabiliriz.Yerimizi edinirken yitirdiğimiz ve yerimizi yitirirken edindiğimiz isimler tarihi olarak...Taşıdığımız ve çocuklarımıza verdiğimiz isimler,mevcut toplumsal düzenleme içindeki adreslerimizdir aynı zamanda.Nerede durduğumuzu,nereye ait olduğumuzu gösterirler.Daha kundaktayken isimlerimiz,toplumsal göndermeleriyle birlikte okunur kulaklarımıza; hep bir başka role,ikincil bir anlama çağrıda bulunarak...Aynı tarihçe,Türk edebiyatının gelişiminde de adım adım izlenebilir.Keza ilk Türk romanlarında kullanılan tüm  isimlerin illaki bir kimliği temsilen seçilmiş olmaları da tesadüfü değildir.Hayalimiz,Halide EdipAdıvar‛ın yaptığı gibi ,maneviyat arayışındaki tüm Batılıları kendimize benzetmek,tüm Peregrini‛leri Osman‛a  çevirmekti.Yeter ki bir adım atsınlar bize doğru,öoe koklaya sevmeye hazırdık Doğu‛da anlamve sığınak arayan tekmil Batılıları.Ama  olmadı.Zaman ,Peregrini‛leri Osman yapmadığı gibi ,Osman‛ların aleyhine işledi.Türk bürokrasisinin envai çeşit küçümen kademesinde tutulan zabıtlar,bizim hakkımızda en yakınlarımızın bile  bilmediği bilgilere sahipler.Yıllardan beri Tunç olarak bildiğimiz birinin bir de Şevket‛i olduğunu;Emel‛in yanında Munise ya da Jülide‛nin kimliğinde bir de Hayrunisa yazdığını yalnızca bu zabıtlarsa ve bezgin zabitleri bütünüyle bilebilirler.Bilmedikleri,tıpkı isimlerimiz gibi, geçmişlerimizi de durmadan ayıklayıp azalttığımız.Pirinçten çöp ayıklar gibi çekip çıkarıyoruz aile tutanaklarından,soyağaçlarımızın dallarına nasılsa konuvermiş tüm uygunsuz anıları ve uyumsuz akrabaları.Hapse girmiş enişteler,tırlatmış kuzenler,nonoş amcalar,fingirdek halalar, intihara teşebbüs ve teşebbüsünde sebat etmiş büyükbüyükbabalar...tüm sıfatlarından ve hakikatlerinden arındırılarak,paketlenip boy boy  diziliyorlar hafızalarımızın raflarında.Çocuklarımıza mümkün mertebe bahsetmiyoruz onlardan.Bahsettiğimizde de,temizleyerek sunmaya özen gösteriyoruz.Kılçığından  arındırılmış balıklar onlar;hazmı kolay ve ölüler.
İsimlerimizi  ve aile hikayelerimizi ayıkladığımız gibi, yazdığımız ve konuştuğumuz dili de ayıklamanın gerekliliğine şartlanmış zihniyetlerimiz.Bir kelimenin ,biri"Öztürkçe"diğeri"Osmanlıca"iki karşılığı  varsa,hangi ideolijik kamptan olduğumuza göre ya birini seçiyoruz,ya berikini."Gerçek"kelimesini seçenler,"hakikat"i tedavülden kaldırma derdinde;"hakikat"çiler ise "gerçek"ten kurtulma peşinde.İkisinin asla,kat‛a aynı şey olmadığını;yazarken ya da konurşurken,farklı farklı durumlara göre,insanın bazen birini  baze berikini kullanab ileceğini kabullenemiyoruz bir türlü.Böylesi bir karmaşa ağır geliyor zihinlerimize.Bize kaosu çağrıştırabilecek her türlü esriklikten ve esneklikten kaçıyoruz sessizce.Bireysel  tarihimiz için şık milatlar hazırlıyoruz özene bezene .Bu yüzden işte,başlangıçlarımızda ne yazı,ne kelam.sadece dipsiz boşluklar var.Ayıkladığımız kelimeler,sahiplenmediğimiz isimler,tanımazdan geldiğimiz akrabalar,anmamak için dilimizi ısırdığımız  hatıralar,yani hayatı zor ama bir o kadar sahici kılan tüm şeyler...hepsi atıldıkları çöplüklerde usul usul kokuşmakta ve ayıklanmış hayatlarımızın ,ayıklanmış kültürümüzün yutucu boşluğunda bir başlarına salınmaktalar.(ELİF ŞAFAK)

 

 YÜZE KAPANAN KAPILAR
Yaklaşık yirmi üç,yirmi dört yaşındalar.Amerikalı,genç iki kadın.Hayatlarında  hiçbir Ortadoğu ülkasine gitmemişler  ama haritada yerlerini,şükür biliyorlar.Dersimde izin isteyip ,bana ve arkadaşlarına bir anılarını aktarıyorlar.Ne vakit başörtülü bir genç kız ya da kadın görseler ya babası ya ağabeyi ya da kocası tarafından zulme uğramış bir birey gördüklerini düşündüklerini söylüyorlar seneler boyunca.Ne vakit "türban" görseler otomatik olarak"baskı" yı,"kadınların ezilmişliği"ni çağrıştırdığını ekliyorlar.Ta ki bundan iki sene  evvel Michigan Üniversitesi‛nde Müslüman kız öğrenci kollarından birinin başlattığı bir kampanyaya merak edip katılana kadar.Kampanyanın sloganı"kendini benim yerime koy,hiç olmazsa üç gün için!"Amaç öncelikle ,hayatında türbanlı bir kadınla iki çift laf dahi etmemişBeyaz/Hırıstiyan kızları  türbanlı kızlarla bir araya getirmek,birbirlerinin hikayelerini kendi ağızlarından dinlemelerini sağlamak.Tek tek yaşam öyküleriyle tanışınca kafalardaki genellemeler birer birer çatırdıyor.Ama  önemli bir aşaması daha var kampanyanın,katulan,Amerikalı kızlardan üç gün boyunca tesettürlü dolaşmalarını istiyor türbanlı öğrenciler."Öteki"ler kabul ediyor.Ve bu iki Amerikalı kız,-birini babası papaz,öteki güneyde bir çiflikte büyümüş-üç gün boyunca tesettürlü dolaşıyorlar Michigan‛da.Önce bir eğlence gibi başlıyor,bir oyun,bir merak.Sonra işin rengi değişiyor,çünkü gittikleri yerlerde tuhaf ve ters davranıyor onlara insanlar,bu oyundan  bihaber olanlar... büyük alışveriş merkezinde suratlarına kapıyı çarpıyor önden yürüyen orta yaşlı adam."Burası benim alanım sen ne arıyorsun".Herkesin birbirine  kapıyı tuttuğu bir yerde türbanlı ,tesettürlü olunca kapılar çarpılıyor yüzünüze.Ve bu iki Amerikalı kız,o üç uzun gün boyunca en çok "bakışlardan"rahatsız olduklarını söylüyorlar.Bakışlarla dışlanıyor insanlar  modern toplumda.İki Amerikalı öğrencimin bana anlattığı tecrübeyi  biliyorum.Biliyorum ben bu hikayeyi.Nerden mi?Kendi ülkemden.
Yer Ankara.Hacı Bayram.Genç  bir kadın dua etmek niyetiyle içeri girmek üzere.İçerden iki adam çıkıyor o esnada.Aşağı yukarı aynı yaşlardalar.Ve saygısızca,kabaca önünde dikiliyorlar kadının,başörtüsüz kadının.Geçmesini engellemek istercesine.Çünkü bu alan ,bu saha,kazanılmış toprak."Onlar"a ait ."Camiler,dini mekanlar,türbeler bizim,senin değil"dercesine."Burası benim alanım sen ne arıyorsun burada?"Başörtüsüz kadın gördüğü tavırdan  incinmiş,tedirgin gene de giriyor Hacı Bayram‛a,etrafını çevreleyen düşmanca bakışlara aldırmadan duasını ediyor.Çıkıyor sessizce.Dönüşte otobüste sarkıntılığa uğruyor,başka kadınlar da var otobüste ama onlara böyle davranılmıyor,bir tek o tacize uğrayan,başını örtmediğine göre ahlakı da şaibeli olmalı mütecavizin gözünde.Kendsine kulp arayan mütecaviz,iktidarın söylemleriyle nasıl da buluşuyor,nasıl da uyum halinde.Kadın sıkışıyor otobüsün arkasına,kendisine ayrılan topluiğne başı kadar,bit kadar boğucu yaşam alanına.Resimleri yan yana düşünmek lazım.Amerika‛da başörtü takan bir kadının alışveriş merkezinde düşmanca bakışlara hedef olması ile Türkiye‛de ibadet yerlerinde başörtüsüz bir kadının maruz kaldığı  düşmanca bakışları yan yana düşünebilmeli.Yoksa resim hep eksik,yoksa herkes sadece ve sadece kendi işine gelen kareyi alıyor büyüteç altına.Kadınların bedenleri ve giysileri üzerinden çarpışıyor ideolojiler,söylemler ve siyasetler.
"Kendini benim yerime koy"manın yolu Öteki‛nin kıyafetlerine bürünmekten değil,Öteki‛nin "saha"sına adım atabilmekten geçiyor.Gündelik yaşamın ayrıntılarında düğümleniyor iktidar,oralarda kapanıyor hegemonyanın  tahakkümperver kıskacı.Gündelik yaşamın  ayrıntılarının iktidara nasıl da gebe olduğunu  kadınlar kadar,yani hem başörtülü hem başörtüsüz kadınlar kadar iyi kim bilebilir,kim tecrübe edebilir ki her dakika ,anbean.

 

 

                        VATAN-DAŞLAR,RUH-DAŞLAR,FİŞ-DAŞLAR

Bacak kadar  çocuklara simsiyah önlükler giydirip her sabah tek sıra and içiren,kimse pencereden dışarı bakamasın diye sınıf pencerelerini külrengine boyayan,yaratıcılıktan ziyade ezberciliği,bireyselleşmeden ziyade sürüleşmeyi,eleştirel düşünceden ziyade sorgusuz sualsiz itaati belleten ve sistematik  dayak içeren Türk eğitim sistemi okuma-yazmayı"fiş"lerle öğretmişti hepimize.Her öğrencinin küçük,kişisel fişleri vardı,bir de sınıf tahtasında asılı devasa fişler.O devasa fişlere baka baka her çocuk kendi minik fişlerine çekidüzen verirdi.Sonra okurduk hep bir ağızdan:TUT-A-Lİ-TOPU-TUT...YA-KA-LA-A-Lİ-YA-KA-LA...
"İçimize,hücrelerimize sinmiş."Fiş"demek "emir kipi"demek toplumsal bilinçaltımızda."Fiş"demek yakalanacak birileri ,tutulacak bir hedef var bir yerlerde demek.Şartlanmışız ,bekliyoruz tetikte.Karatahtadan gelen emir kipini duyar duymaz,biz de pürdnizam  cici cici  oturduğumuz sıralarda kendi  minik fişlerimize çekidüzen vereceğiz.Sağım solum .önüm arkam düşman dolu öğretmenim İlerde,iki sıra önümde  sol görüşlü bir öğrenci var,dili kürek  kadar,sorguluyor sistemi ,YÖK‛ü protesto ediyormuş,duydum, kan revan yediği coplara rağmen kafasına kafasına,düşünemesin,aptal olsun diye coplar hep kafayı hedef alır,ama hala utanmadan düşünüyor öğretmenim,TUT-A-Lİ-TUT.İki sıra arkamda türbanlı bir kız öğrenci,hem okumak,eğitim ve meslek sahibi  hem de türban takmak istiyormuş öğretmenim,ikisini birden aynı anda,TUT-A-Lİ-TUT.
Üç sıra önümde bir Ermeni  oturuyor,demek hala Ermeniler kalmış bu memlekette,silememişiz hepsini,kovamamışız kendi evlrinden,valla doğrusu  bi şey yaptığını görmedim;ama Ermeni asıllı olması başlıbaşına kabahat değilmi öğretmenim,TUT-A-Lİ-TUT.Arka sıralarda oturan şu kadın feministmiş öğretmenim,memnun değilmiş toplumsal,kültürel ve kurumsal düzeyde tıkır tıkır işleyen ataerkillikten ,cinsiyetçilikten,Güldünya isimli bir kadın öldürüldü diye tepki duyuyormuş,ona ne oluyorsa,TUT-A-Lİ-TUT.
En öndeki öğrenci yazar mı ,şair mi ,kalem ehli imiş öğretmenim,hayal kurabilmek istiyormuş, kursun kurmasına da kendine saklasıhayellerini,yok illaki yazacak,kaleme alacak,hayalleri sakıncalı,TUT-A-Lİ-TUT...
Hepsini yakaladım tuttum öğretmenim,fişlerime  yazdım teker teker isimlerini,cisimlerini.Ama hala  varlar.Ne kadar çoklar.Neyse ki çok  olduklarının farkında değiller.Çünkü  birbirlerini  dinlemekten acizler.Olanca güçlerini  birbirlerini didiklemeye ayırmaktalar öğretmenim.Sol görüşlü öğrenci türbanlı kız ile,sağ görüşlü gazeteci bir feminist kadın ile hiçbir ortak noktası olamayacağına körü körüne inanmış,birbirlerini karalamakla meşguller.Ben bunları tutmasam da olur öğretmenim.Nasıl olsa birbirlerine dil uzatmaktan fırsat bulup da ortak  noktalarını,ezilmişlik paydalarını konuşmaya,o ortak payda üzerinde yükselerek sistemi beraberce dönüştürmeye,demokratikleştirmeye ve sadece vatan-daş değil, aynı zamanda fiş-daş da olduklarını görmeye zaman bulamayacaklar.
BI-RAK-A-Lİ-BI-RAK....TUT-MA-SAN-DA O-LUR...
 

 

sitene mouse kodu ekle -
her hakkı saklıdır - 2010
®
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol